
Son Yıllarda Çiftçilik
2000 yılı sonrası tarım politikalarında yeni bir dönem, tarım reformu çalışmalarıyla birlikte hız kazanmıştır. Bu dönem içerisinde Türkiye tarımı IMF, DTÖ, AB ve Dünya Bankası’nın etkisiyle çok ciddi kayıplar yaşamıştır. 1930-1980 dönemi uygulanan tarım politikalarından vazgeçilmiş, bunların yerine alan bazlı desteklemeler uygulamaya konulmuştur.
DGD Türkiye’nin gündemine 2000 yılında IMF ve DB ile yapılan anlaşmalar doğrultusunda Tarım Reformu Uygulama Projesi (TRUP) kapsamında girmiştir. Bu proje ile tarım politikalarında önemli dönüşümler olmuş, girdi ve fiyat destekleri kademeli bir şekilde sonlandırılmıştır. DGD ödemelerinin ilk uygulaması 2001 yılında VIII. Beş Yıllık Kalkınma Planı çerçevesinde gerçekleştirilmiş, 2002 yılından itibaren ülke geneline yayılmıştır (Tümtaş, 2016: 89). Bu durum tarımda dışa bağımlılığı artırmış, tarım ile tarım dışı sektörler arasındaki fark tarım aleyhine açılmış ve tarım içindeki adaletsizlikler büyümüştür.
DGB sistemi dönüm ve mülkiyet esasına dayandığından, dar gelirlilere ve fakirlere daha az ulaşılmış ve daha az fayda sağlanmıştır (Oyan, 2013: 122). Bu durum tarıma yönelik politikalarda değişikliklerin meydana geldiği 1998-2007 yıllarında tarımın iç ticaret hadlerinde yıllık ortalama %3,5’lik ve başlangıç-bitim yılları arasında %35’lik bir gerileme ile açıklanabilir (Boratav, 2013: 57). Tüm bu etkenlerin yanında sürecin bu şekilde işlemesinde bazı değişiklerin önemli etkisi olmuştur. Bunlar arasında en kayda değeri ise tarımsal kredi yapısında yaşanan değişimdir.
Tarımsal kredi sistemi uzun yıllar boyunca Kredi Kooperatifleri ve Ziraat Bankası aracılığıyla yürütülmüştür. Daha sonra IMF ile yapılan anlaşmalar doğrultusunda tarımsal krediler yoluyla yapılan desteğin, DB’nin tarım kredilerinin faiz oranlarının piyasa faiz oranlarına çekilmesi gerektiğine ilişkin raporunda dikkate alınarak ekonomik sorunların çözülmesi amaçlanmıştır. Bu uygulamalar sonucunda Ziraat Bankası tarafından verilen tarımsal krediler oransal olarak düşmüştür. Aynı zamanda tarım kredilerinin toplam krediler içindeki payı 1996’da %17,3’ten 2005’te %3,5’e kadar düşmüştür. Özel bankaların yoğun bir şekilde tarım kredi çalışması içine girmesi ve alınan kredilerin uzun vadeli olması nedeniyle 2006 yılından sonra tarım kredilerinin toplam krediler içindeki payı artmış ve 2008 yılında %4,6’ya kadar yükselmiştir (Günaydın, 2010: 177). Bu dönemde tarımsal kredi ihtiyacının büyük bir oranı özel bankalardan karşılanmış ve bu krediler sübvansiyon amacı taşımadığı için üreticiyi ciddi bir borç yükü altına sokmuştur. Ortaya çıkan bu durum Türkiye’de tarımın artan nüfusun beslenme ihtiyacının karşılanması noktasında güç kaybına uğradığını göstermektedir. Özellikle tarım yapılan arazilerin azalmasıyla birlikte sözleşmeli çiftçilikle başa çıkamayan ve borç batağına giren çiftçinin tarımla olan bağı azalmış ve bu durum kırdan kente yönelmeye varan bir sürece neden olmuştur. Kente göç eden bu nüfus, enformel istihdam, marjinal sektör ve ucuz işçi girdabına girmiştir. 2016 yılına gelindiğinde ise tarıma dayalı üretim ve tarımsal kazanç; miktara bağlı olarak artmakta, milli gelir içerisindeki tarımsal gelirin payı da sektörde meydana gelen daralmanın Türkiye’nin Tarım Sektörü: Tarımının Dünü, Bugünü ve Yarını 53 etkisiyle azalmaktadır. Bir ülkenin kalkınmasında tarım önemlidir çünkü;
Tarım üretimin temel noktasıdır. Üretilen bir tarım olmazsa işlenilecek yani sanayilere gidecek bir ürün de olmaz. Bunun için öncelikle tarıma gereken önemi vermeli ve tarım üzerinden üretim yapmalıyız.
İlk çağlardan bu yana insanlar toprakla ulaşmışlardır. Toprağın ona verdikleriyle insanoğlu geçinmiş, karnını doyurmuş ve kalkınmıştır. Bugün yeme içme ihtiyacımızın çoğunu topraktan sağlıyoruz. Toprak bize veriyor ve bizde onun verdiklerini işleyerek sanayimizi geliştiriyoruz. Eğer üretim yapamazsak ithal etmek zorunda kalırız. Bu da ekonomimizde büyük bir çökmeye neden olur. Dışa bağımlı ülke oluruz.